19 Ocak 2020 Pazar

Okur Sadakati



Çoksatanlar, piyasa, vasat edebiyat dergileri hepsine bu yazıda bir yerden değinmeye çalışacağım. İlk olarak okurluk “müessesi” üzerine düşünelim. Bir kabiliyetten öte olan okurluk, içinde düşünmeyi de barındırır. Sayfalar arasında dolanırken aslında düşünceler de üretilir. Ancak bu herkes için böyle değildir. Kitap okumanın saygın bir eylem sayıldığı bir zamanda ve ülkede okur yalnızca tüketime odaklıdır. Türkiye’de kitap satış oranlarına bakıldığında tablonun çok kötü olmadığı söylenebilir ancak bir yorum yapmak için bu satış oranları yeterli değildir. Nitekim Pisa’nın verilerine bakıldığında Türkiye’nin okuduğunu anlamadığı tespiti göze çarpıyor.
Kitabın artık tüketim nesnesi olduğundan bahsetmiştim. Burada tüketimle kastedilen ekonomik anlamından daha farklıdır. Kişinin saygınlık için tükettiği kitapları bir anlamda piyasa belirler. (Bkz: Sabahattin Ali, Stefan Zweig örnekleri) Örneğin Türkiye’de kurgu dışı kitapların satış oranları kurgu türündeki kitaplardan daha fazladır ancak çok satanlara baktığımızda kurgu türündeki kitapların ağırlığı hala göze çarpar. Gerçi son yıllarda kurgu dışı kitapların daha fazla satılmasıyla yazarların da bu türe ağırlık verdiğini söyleyebiliriz. Örneğin aynı zamanlarda aynı tür ve konuda birkaç farklı kitabın çıkarıldığını görebiliyoruz.
Popüler konularda yazmanın satış açısından cazip bir yanı var fakat popüler konularda yazılmış her kitap da iyi satmıyor elbette. Burada devreye okur sadakati giriyor. İsmail Saymaz’ın “Şehvetiye Tarikatı” adlı kitabının konuyu çok yüzeysel ele aldığını ve kitabın istismarı sadece gözler önüne serdiğini ancak bu istismara ilişkin sosyolojik tespitlerin yer almadığı kurbanların psikolojilerinin aktarılmadığı gibi olumsuz pek çok yorum okudum. Üçüncü sayfa haberlerinden ibaret uzun bir makale… Kitapta olayın siyasi boyutunun ele alınmaması çok düşündürücü. Bourdie’nün dediği geliyor aklıma “Üçüncü sayfa haberleri aynı zamanda dikkat dağıtıcı haberlerdir.”
Tüm bu olumsuz yorumlara ve derinlikten yoksun, sansasyonelliği kullanarak piyasaya çıkmış bir kitaba rağbet oldukça fazlaydı. Çünkü yukarıda da bahsettiğim gibi okur sadakati giriyor devreye. Okur genelde okuduğu kitapla bağ kurduğu gibi yazarıyla da bağ kurmaktadır. Yazar, okur için bir romanın en sevdiği karakteri kadar önemlidir. Bu yüzden ne yazsa satın alır ve okur (eğer popüler bir yazarsa tüketir bir anlamda). Ancak bu sadakatin tehlikeli olduğunu söylemeliyim bir anlamda okura körlük bahşeder. Yazarın tüm kitaplarını okumakla övünen okur burada seçiciliğini kaybetmiş, eleştirelliği bir kenara bırakmış ve hatta düşünce üretiminden uzaklaşmıştır. Sadık bir okurun sadakati yazara değil düşünceye, bilgiye, felsefeye ve edebiyata olmalıdır. Çünkü edebiyata felsefeye sadık bir yazar da yazdığı her yazıyı beğenmez. İsmini vermeyeceğim bir öykücü Kafa dergisine yazılar yazmasına rağmen dergiyi evinden içeri sokmadığını söylemişti. Buna gerçekten şaşırmıştım. Bu dergilerin edebiyatla ilişkisi olmadığını tamamen tüketim için çıkarıldığını ifade etmişti.Kendisinin neden bu dergide yazdığı sorulduğunda ise cevabı ev kiramı ancak buradan gelen gelirle ödeyebiliyorum olmuştu. Eğer kaliteli edebiyat dergilerini alırsanız sayın okur biz de orada yazarız, yazmak isteriz, yoksa aç kalıyoruz demişti.
Tüm bunlar birer öznel düşüncedir. Karşı çıkılabilir, eleştirilebilir ve hatta ilk satırdan itibaren okunmayabilir, yine de güzel gelişmelerdir. En azından seçici birine rastlamış olurum.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder