Bazı kitaplar vardır ki her zaman okunacak türden değildir. Kitabı özümsemek, kitabın derdini anlamak için belli bir ruh halini ve zihninizin belli bir duyguya yoğunlaşmış olmasını gerektirir. Bu tür kitapların bir diğer özelliği ise her okurda çok benzer izler bırakmaz. Kısaca, her duygu halini kaldırmaz ama çok çeşitli izler bırakır. Cioran’ın kitabı da bu türden bir kitap işte…
Bu yazımda felsefi derinliği olduğunu düşündüğüm bu kitabın bende bıraktığı izleri paylaşacağım.
Kitabın ilk bölümündeki yargı, her imanın kendi terörünü yarattığına ilişkin… Fakat burada bahsedilen iman bildiğimiz anlamda dini bir imanı ifade etmemektedir. Yazar, bir fikre olan katı bağlılığı, ideale ilişkin sarsılmaz inancı “iman” kelimesi ile kavramsallaştırmış. Bu sarsılmazlığın, bu katı bağlılığın sonucunda “imanlı” kişi başkalarının hayatına bir baskı şeklinde belirmeye başlar. Felsefe tarihinden hareketle bu düşüncenin sonucunu izlediğimizde de Platon ve sonrasında başlayan idealize edilmiş felsefi düşüncelere de bir tepkidir. Zaten açıktan Sofistlere göndermeler vardır kitap boyunca.
Yazar, bir ideale inanma ve bunun verdiği yetkiyle başkalarının hayatına karışma isteği üzerinden topluma yönelir. Yazara göre toplum sürekli kendini bir şeylere adayanlardan, birbirlerini kurtarmaya çalışanlardan ibarettir. “Her insanın içinde bir peygamber uyuklar. Hepimiz vaaz verme hastalığına tutulmuşuz. “ Bu cümleyi bir kere aklınızdan geçirmeniz dahi buna ilişkin birçok örneği hatırlatacaktır. Sosyal medyayı bu cümle ile okumak çok da yanlış olmaz. Facebook, Twitter, Instagram vs. hepsinde etrafa vaazlar veren, kendi cemaatlerine seslenen insanlar görürsünüz. Aynı şekilde kişisel gelişim kitapları da bu türden bir örnektir. Mutluluk reçeteleri dağıtan yazarlar dolu kitapçılar… “Diyalogda bile insan kendisinin bir şey önereceği anı sabırsızlıkla bekler.” der Cioran…
Kitabın her köşesinde “hiçlik” vurgusu sizi karşılıyor. İnsanın doğmuş olmanın etkisini üstünden atamadığına inanıyor ve mevcudiyetsizlik durumundan mevcut olma durumuna geçip ve en sonunda yine mevcudiyetsizliğe dönecek olmak… Tüm hayatı boyunca bu tutarsız dönüşümün huzursuzluğunu taşır. Varoluş sürecinde de insan bu huzursuzluktan kaçmak için kendisini pek sever ve kendisini tek sabit nokta ilan eder. Diğer herkes değişkendir de bir tek kendisi sabit ve tutarlıdır. Kibirli olan insanoğlu, kendini aydınlanmış ve bilgili varsayar. Hâlbuki yanılsamadır. Mitosların, efsanelerin yerini kavramlar almıştır. Böyle olması insanı ileri kılmadığı gibi “şeyleri” açıklamada da kavramlar, mitoslardan daha fazla şey sunmaz.
Cioran, kitabın pek çok yerinde Kinizm’den örnekler de vermektedir. Ünlü Kinik düşünür Diyojen’den, felsefesine uygun anekdotları aktarır. Kinizmden hareketle, dünyaya karşı ilgisizlik, bağlantısızlık ve zincirsizlik yüceltilir. Kinizm’den kurtarılmak istemeyen düşkünlere de bir gönderme yapar. Cioran, “normal” yaşama dönmek için ne din ne de başka bir ideale tutunmaya tenezzül etmeyi kendine yedirmez. Cioran’ın bu ilgisizlik ve dolayısıyla ilişkisizlikle malul hayat tasarımında gizli bir anarşizm vurgusu da kendini hissettirir. Dinin, devletin, bir idealin, bir öğretinin ve hatta bir arkadaşlık ilişkisinin otoriterliği altından kalmayı reddeder.

Hiç yorum yok:
Yorum Gönder