19 Ocak 2020 Pazar

Emperyalizme İlişkin



Emperyalizm Üzerine
Türkiye’de siyasette kendini tanımlarken tarafların sıklıkla başvurduğu bir olgu olan emperyalizme ilişkin kısaca bilgiler vereceğim. Emperyalizm, kelime anlamı ile hâkimiyet altına almak anlamına gelmektedir. Ancak onun ekonomi ile ilgisini kurmamak emperyalizmi tanımlamakta yanıltabilir. Emperyalizm kuramı 19. Yüzyılla birlikte şekillenmeye başlamıştır. İlk yazılar, İngiliz liberal iktisatçı Hobson tarafından yazılmıştır ancak emperyalizme ilişkin literatüre en büyük katkı Marksist kuramdan gelmiştir. Lenin, Luxemburg, Kautsky ve Bukharin, emperyalizmi 16-17. Yüzyıldan başlatırlar. Buna göre, ticaret sermayesinin bir güdüsü olarak gelişen emperyalizm ilerleyen dönemlerde önce sanayi sermayesiyle ardından mali sermayeyle birlikte hareket etmiştir. Bu noktada dikkat çekmemiz gereken nokta, emperyalizmin dönüşümlerinin kapitalizmin dönüşümleriyle oldukça uyumlu olmasıdır. Yine Marksist kuramcılardan devam edecek olursak, onların yazılarında emperyalizmin mali sermayeyle birlikte hareket ettiği dönemin ele alındığını görürüz. Bu yazılarda emperyalizm, iç piyasadaki tekelleşmenin sonucunda sermaye birikiminin oluşması ve sermayenin kârlarını artırmak istemesi sonucunda ortaya çıkan bir olgu olarak ele alınır. Marksist kuramcıların emperyalizmi bu şekilde ele almasının sonucunda varılacak bir nokta vardır; Emperyalizm, sömürdüğü ülkeleri sanayileştirir, kapitalistleştirir. Açıkca Lenin’de de Luxemburg’da da ifade edilen bu önerme emperyalizmi kapitalizmin bir sonucu, aşaması olarak ele alındığının bir göstergesidir.
Bu önerme üzerine biraz konuşmak gerekirse, sermaye birikimi kapitalizmin önemli bir karakteristiğidir. Bu önermeye göre, emperyalizm sömürdüğü ülkeleri kapitalistleştiriyorsa orada bir sermaye birikiminin de olması gerekir ancak bağımlı ülkelere bakıldığında böyle bir birikimden söz edilemez, zaten sermaye birikiminin oluştuğu bu ülkelerin emperyalist ilişkilerinin tasfiye olması beklenir. Emperyalizmin, sömürge ülkeyi sanayileştirdiği ise kısmen doğrudur. Bu sanayileşme hareketi tamamen emperyalist ülkenin ihtiyaçları doğrultusundadır. Emperyalizmin bu ülkelerde oluşacak milli burjuvaziye karşı feodal unsurları besleyerek, tam bir kapitalistleşmeyi engellediği söylenebilir.
Ancak emperyalizme ilişkin literatür Vietnam Savaşı ile birlikte farklılıklar göstermeye başlamıştır. Emperyalizm kapitalist olan ve kapitalist olmayan ülkeler arasındaki bir ilişki olarak ele alınmaktan çıkmıştır. Çağdaş kuramcılar olarak adlandırabileceğimiz Paul Sweezy, John Bellamy Foster, Harry Magdoff gibi kuramcılar ise emperyalizmi merkez-çevre, gelişmiş-azgelişmiş, zengin-fakir gibi karşıtlıklar çerçevesinde ele almıştır. İlk dalga kuramcıların emperyalizmde ekonomik alana ilişkin tespitleri daha fazladır. Ancak Vietnam Savaşı’ndan sonra gelişen literatürde ise emperyalizm daha fazla askeri bir işgal olarak ele alınmıştır, tabi onun kapitalizmle olan ilişkisi de unutulmuş değildir. Fakat bunun Türkiye’deki yansımalarına baktığımızda emperyalizmin kapitalizmle olan ilişkisinin göz ardı edildiğini ve salt askeri işgal olarak tanımlandığını görebiliriz. Özellikle de ABD emperyalizminin karşıtı olarak kendini tanımlayan siyasi grupların kapitalizmle olan ilişkiyi ele almadıkları çok nettir. Tuhaftır ki Türkiye’de sağdan sola pek çok siyasi grup kendini tanımlarken anti-emperyalizme vurgu yapmaktadır. Milli Görüş’ün de Aydınlık Hareketi’nin de kendini anti-emperyalist olarak tanımladığını düşündüğümüzde bu tanımlamada neyin etkili olduğunu tam olarak bilemediğimi söylemeliyim. Belki toplum psikolojisi açısında işgalin derin köklerini düşündüğümüzde, emperyalizme karşı olmak yararlı olmaktadır. Fakat emperyalizm yukarıda belirttiğim gibi askeri işgal ile tanımlanamaz. Emperyalizm işgal olmaksızın da ilişkilerini sürdürebilir, bunun için 21. Yüzyılın uluslararası kurumları yeterlidir. Fakat, bu kurumların yetmediği, ekonominin yetmediği noktada ekonomi-dışı zora başvurulmaktadır.
Türkiye’de emperyalist literatürün eksik, taraflı olduğunu söylemek gerekiyor. Emperyalizm algısı kapitalist ilişkilerin göz ardı edilmesiyle oluşturulması, bu ilişkilerin asla tasfiye olmayacağını gösteriyor. Bir sonraki yazıda, Türkiye’de anti-emperyalist tavrın en bilinçli halini görebileceğimiz Kadro Hareketi’nden bahsedeceğim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder